Anne-Baba Nedir? Ne Değildir?
|Anne-Baba Nedir? Ne Değildir?
Arkadaşlar sizlerle Pedagoji Dernegi’nin yazısını paylaşıyorum.
Günümüz dünyasında birçok şey gibi “değerler” ve “kimliklerimiz” de birbirine karışıyor. Bu karışıklığa bir de gündelik hayatın koşuşturması eklenince varoluş tarzımızı belirleyen kimliklerimiz iyiden iyiye işlevsiz hale geliyor. Kimi zaman da kimliklerimizi daha etkin kullanmak gayesinde olmamıza rağmen, kim olduğumuzu, kimliklerimizi bu koşuşturmaca içinde unutabiliyoruz. Söz konusu olan, ne zaman doğup da ne zaman büyüdüğünü anlayamadığımız çocuklarımızı ilgilendiren ‘anne-baba’ kimliğimiz olunca, kimliklerimizi hatırlamanın önemi kat be kat artıyor. Çünkü anne/baba kimliğimizi unuttuğumuzda ya da yanlış kullandığımızda çok sevdiğimiz yavrularımızın gelişimini büyük oranda olumsuz etkilemiş oluyoruz. Bu kimlikleri unuttuğumuzda ya da yanlış kullandığımızda, çocuklarımız bazen pısırık, cesaretsiz, kendini ifade etmekten aciz; bazen de bencil, küstah, sorumsuz ve narsist bir kişi haline gelebiliyor.
Çocuklarımızı olası bu zararlardan korumak için ilk olarak anne-babanın ne ve ailenin ne demek olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Anne, çocuğun şefkatli sığınağı, baba da sağlam bir kalesidir. Anne babanın oluşturduğu aile kurumu ise bir emanetçi dükkânıdır. Anne baba da o dükkândaki görevlilerdir. Görevleri ise kimlikleri ile emanete sahip çıkmak ve emanetin aslını korumaktır. Bu vazifenin nasıl yapılacağını içimizdeki anne babalık duygusunu dinleyerek öğrenebiliriz aslında. Yeter ki o sesi duyma hassasiyetinde olalım. Bu sesin bize fısıldayacağı ilk kelime şüphesiz dengedir.
‘Anne-babalık’ kimliğimiz, hayattaki birçok şey gibi denge gerektiriyor. Bu kimlik terazisinin bir kefesinde eşsiz, tarifsiz, saadetli bir duygu; diğer kefesinde ise devredilemez, vazgeçilemez bir mesuliyet bulunuyor. Aşırılık ve yetersizlik diye iki ucu var bu kimliklerin. Sağlıklı bir ebeveynlik için olmazsa olmaz şart ise “denge”.
Anne-Baba ‘Hizmetçi’ Değildir!
“Anne-babaların yaptığı en büyük hata, kendi çocukluklarını unutmasıdır.” der bir filozof. Bir çocuk başkasının yardım ve desteğine en muhtaç, en aciz olduğu bir dönemde gelir dünyaya. Bu sebeple anne-babasının destek ve ilgisine muhtaçtır. Ebeveynlik, çocuğun gerçekten ihtiyaç duyduğunda yanında olmaktır. Çünkü hayata karşı bilgi ve tecrübesi yetersiz olan bir çocuğun yetersizliğini aşmakta anne-babasının yardımına ihtiyacı vardır ve anne-baba bu ihtiyacı gördüğünde yardım da etmelidir. Ancak çocuğun kendi başına yapabileceği, üstesinden gelebileceği durumlarda da çocuğun ihtiyacı var diye, adeta çocuğun hizmetçisi olmak doğru değildir. Özellikle iki yaşından sonra döktüğünü temizlemek, kırdığını toplamak, yemeğini ağzına koymak, ayakkabısını giydirmek çocuğun kendi becerilerini körelttiği gibi anne-babayı da hizmetçi konumuna sokar. Anne-baba çocuğun hizmetçisi değil, gerçek ihtiyaçlarının giderilmesinde destekçisidir. Anne-baba çocuğunun işlerini onun adına yapan değil, ona bu işlerin nasıl yapılacağı konusunda yol gösteren ve yardım edendir.
Anne-Baba ‘Arkadaş’ Değildir!
Ebeveynlik konusunda karıştırılan konulardan birisi de, ‘çocukların arkadaşı olmak’ meselesidir. Anne-baba çocuğunu anlama konusunda arkadaşça bir yaklaşım sunabilir. Çünkü çocukların davranışlarının niyetlerinden ayrıştırılıp anlaşılmaya şiddetle ihtiyacı vardır. Ve bu anlayışı en evvel evlatlarına anne-baba sunmalıdır. Ama bu yaklaşım “çocuğun arkadaşı” olmak şekline dönüşürse bu çocuk için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Çünkü bir çocuk hayatı boyunca onlarca arkadaş edinebilir ama bu hayatta sadece bir tane anne-babası olacaktır. Onlar da evlatlarının arkadaşı olmayı seçince, çocuklara ebeveynlik yapacak kimse kalmayacaktır. Ebeveynlik yeri geldiğinde sınır-kural koymak ve bu kuralların uygulanmasını sağlamaktır. Büyüme çağındaki bir çocuğun elbette bu kurallara ve sınırlara ihtiyacı vardır. Evladıyla arkadaş olan bir ebeveyn bu noktalarda yetersiz kalabilir.
Anne-Baba ‘Koruyucu Melek’ Değildir!
Hiç şüphesiz bir anne-baba evladını her türlü tehlikeden korumak isteyecek ve bu sebeple tedbirler alacaktır. Evladını, hayatın zorlukları karşısında incinmekten, acı çekmekten, zarar görmekten korumak isteyecektir. Zaten ebeveynlerin bu konuda duyarlı olup kırılgan varlıklar olan çocukları tehlikelerden uzak tutması gerekmektedir. Bununla birlikte şüphesiz karşılaşılan zorluklar çocukların daha dirayetli kişilik kazanmalarına zemin hazırlamakta, daha dirençli olmalarını sağlamaktadır. Tıpkı çocukluk yıllarında yakalanılan hastalıkların çocuğun bağışıklık sisteminin güçlenmesine vesile olması gibi, hayat içinde karşılaşılan zorluklar da çocuğun kişiliğinin gelişmesine ve dirayetli olmasına kapı açar. Bu noktaları dikkate alarak, anne-babaların adeta çocukların koruyucu meleği haline gelmeme konusunda hassas hareket etmeleri yerinde olacaktır. Dikkat edilememesi durumunda şefkat ve merhametle çocuğumuzu tehlikelere karşı korumak isterken, onun koruyucu meleği haline dönüşebiliriz. Böylelikle çocuğumuz, etrafındaki koruyucu meleği sayesinde hayatın zorluklarını görmeden büyür ve büyüdüğünde dahi aynı koruyucu meleği yanında ister. Bu mümkün olmadığında ise ruhsal bir boşluğa düşer.
Anne-Baba ‘Eğitim Koçu ve Öğretmen’ Değildir!
Anne-babalar varoluşlarındaki şefkat itibarıyla çocuklarının başarılı olmasını ister. Bu istekleri paralelinde çocuğun eğitim hayatına müdahil olur ki, evlatları daha çok ve düzenli çalışarak daha yüksek puanlar alarak, iyi eğitim veren okullara yerleşebilsin. Eğitim müfredatında yapılan değişikliklerle de artık aileler çocukların okul hayatına daha fazla dahil oldular. Çocuğun gerçekten ihtiyaç duyduğu ve anne-babanın da yardımcı olabileceği ders konularında çocuğa destek olması, aileyi yanında hissetmesine ve ders başarısını arttırmasına yardımcı olacaktır. Ama bu desteğin de dengeli ve çocuğun ihtiyaç ve beklentileriyle paralel olmasına dikkat etmek gerekir. Bu denge hali anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkinin sağlıklı kalmasına etki edecektir. Ama ebeveyn, çocuğun varoluş gayesini sırf başarı olarak değerlendirircesine, ona eğitim koçluğu ve öğretmenlik yapmaya kalkarsa muhakkak bu hal çocuğun da dengesini bozacaktır. Ebeveynlerini anne-babalık kimlikleriyle değil de daha çok adeta eğitim koçu ya da öğretmen olarak tanıyacaktır.
Anne-Baba ‘Bankamatik’ Değildir!
“Çok verip azdırma, az verip çaldırma” diye bir atasözümüz vardır. Bu söz ebeveynlik kimliğinin bir noktasında gerekli olan dengeyi oldukça veciz şekilde ifade etmektedir. Evet çocuklara ihtiyaçları olan miktarda harçlık verilmelidir. Ama harçlık verme işi –ailenin hali vakti müsait olsa dahi- çocuğun her istediğinde para çekebileceği bir bankamatiğe benzemeye başladığında olumsuz birçok sonuçlara yol açabilir. Zira çocuk böylelikle paranın kıymetini asla anlamayacak, kazanmadan harcamaya alıştığı için tembelliğe kaçabilecektir. Aynı zamanda çocuk tutumlu olmayı da öğrenemeyecektir. Diğer olumsuz önemli bir sonucu da, ailesi için çalışıp para kazanan ebeveynin emeğini hiç takdir edemeyecek, hatta hazır para yemeye alıştığı için de bir süre sonra ailesini sömürmeye başlayacaktır.
Anne-Baba ‘Palyaço’ Değildir!
Hiç şüphesiz neşeli vakitlerin geçirildiği bir aile ortamı, çocuklar kadar, yetişkinler için de çok değerlidir. Anne-babanın, çocuklarının değerli hissederek mutlu olmalarını arzu etmeleri hatta bu konuda gayret sarf etmeleri çok yerinde bir davranış olacaktır. Bu konuda bir çok ebeveynin ihmalkar davrandığını düşünmek maalesef yanlış olmayacaktır. Bu sebeple ailesinin neşe ve mutluluğu için özen gösteren ebeveynlerin sayısının artması oldukça önemlidir. Bununla birlikte çocukları mutlu etmek adına anne-babanın deyim yerindeyse, palyaçoluk etmesi, onun her dediği kılığa ve role bürünmesi, onun mutluluğu için etrafında dört dönüp komiklikler yapması, mutsuzluğu ve hayal kırıklığını yaşamasına müsaade etmeden çocuğunu sürekli mutlu etmeye çalışması çocuklarının görmek isteyeceği ebeveynlik vakarına uymayacaktır.
Kısaca, anne-baba olarak sahip olduğumuz temel kimliği yeniden hatırlamaya ve bu kimliği dengeli bir şekilde kullanmaya ihtiyacımız var. Denge bir şekilde bozulduğunda, ruh sağlığı bozulmuş çocuklarla baş başa kalabiliriz çünkü. Bu nedenle Pedagoji Derneği olarak biz diyoruz ki:
Çocuklarımıza ihtiyaç duydukları şeylerde yardımcı olalım; ama onların hizmetçisi olmayalım.
Çocuklarımıza arkadaşça yaklaşımda bulunalım; ama onların arkadaşı olmayalım.
Çocuklarımızın baş edemeyecekleri muhtemel tehlikelere karşı tedbirli olalım; ama onların koruyucu meleği olmayalım.
Çocuklarımızın, eğitim-öğretim konusundaki taleplerinde destek olalım; ama onların eğitim koçu ve öğretmeni olmayalım.
Çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayalım, onlara bir miktar harçlık verelim; ama onların bankamatiği olmayalım.
Çocuklarımızla neşeli vakitler geçirelim ve onların mutlu olmalarını isteyelim; ama onların palyaçosu olmayalım.