Küçük Ağacın Eğitimi
|Küçük Ağacın Eğitimi
Arkadaşlar çocuklarımıza nasıl davranmamız gerektiğini anlatan Üstün Dökmen’in Küçük Şeyler Kitabı’nda yer alan hikayeyi sizlerle paylaşıyorum.
Küçük Ağacın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede, Küçük Ağaç isimli torununu eğitmektedir. Daha doğrusu, torununun gelişmesinde ona rehberlik/koçluk etmektedir. Yazar romanda, belki Kızılderili aileleri gözleyip aynen yansıtmış, belki de eğitim psikolojisi alanında edindiği bilgilerden yola çıkarak olayı kurgulamış. Hangisi, bilmiyorum. Ancak romanda sergilenen aile–içi iletişim biçimi etkileyici. Küçük Ağaç’ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir; ödül de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimler vererek, davranışlarının ne işe yaradığı konusunda rehberlik etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitif geribildirimler aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır. (Dede burada, kendisine güvenen yetişkin tavırlı bir insan yetiştirmektedir.*) Dede, mısırı kazanda, belirli yöntemlerle kaynatarak viski yapmaktadır. Bir gün Küçük Ağaç, kaynatma işlemi bittiğinde dedesine “Kazanı ben temizleyebilir miyim?” diye sorar. Dedesi de “olur” der.
Küçük Ağaç, uzun süre uğraşıp kazanı temizler. Dedesi gelip bakar, “aferin” demez; çünkü aferin ödüldür. Dede “Küçük Ağaç, sen kazanı çok iyi temizlemişsin, bulaşık kalmamış, yarın viskimiz kötü kokmayacak. Ayrıca, bize zaman kazandırdın; kasabaya daha çabuk gidip geleceğiz” der. Burada dede geribildirim vermiştir. Küçük Ağaç, ailesine katkıda bulunduğu için kendisiyle gurur duyar. Dede, verdiği geribildirimlerle, torununun davranışlarının ne işe yaradığını fark etmesine katkıda bulunmuştur. Küçük Ağaç davranışlarının ne işe yaradığını kendi kendine fark etse, iç kaynaklı geribildirim alsa, belki daha iyi olurdu. Ama henüz küçüktür ve bir büyüğün rehberliğine ihtiyacı vardır. Dede, Küçük Ağaç’a geribildirim vererek, neyi iyi yaptığını fark etmesi konusunda ona rehberlik etmiştir. (Neyin “iyi” olduğu görecelidir. Ancak insanların, göreceli olanları öğrenmeye de ihtiyaçları vardır. Üstelik dedenin yukarıda kazan konusunda verdiği mesajlar, göreceli olmaktan çok, yere, zamana göre pek fazla değişmeyecek bilgileri içermektedir.)
Eğer Küçük Ağaç kazanı iyi temizlemeseydi, dedesi büyük ihtimalle onu azarlamayacaktı. O zaman geribildirimi bir ihtimal şöyle verecekti: “Küçük Ağaç, şurası kirli kalmış, bu yüzden yarın viskimiz kötü kokabilir.” Önceki bölümde, insanların, hayvanların davranışlarını ceza vererek şekillendirmenin, sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, fazlaca işlevsel olmadığını belirttik. (Ceza, yapmamayı, korkmayı, fobi edinmeyi kolaylaştırıyordu; karmaşık şeyleri ceza ile öğretmek kolay değildi.) Özellikle insanların düşüncelerini ve bunun bir uzantısı olarak davranışlarını şekillendirmek istiyorsak, onlara kabul edici iletişim ortamları sağlamalı, uygun geribildirimler vermeli ve özellikle iltifat/ödül yöneltmeliyiz. “İnsanların düşüncelerini şekillendirmeye hakkımız var mı?” sorusu ayrı bir konu. Hakkımız var veya yok, pek çoğumuz, özellikle ana babalar ve öğretmenler bunu yapıyoruz. Toplumsal değerler doğrultusunda galiba, aşırıya kaçmadan yapmak da zorundayız. (Eğer “Ben toplumun değerlerinin ödüllerle kişilere benimsetilmesine karşıyım” derseniz, bu da başka bir değerdir, toplumun üyelerinden birisi olan siz, kendi değerinizi ortaya koymuş olursunuz.) Madem eninde sonunda, şu ya da bu değeri öne çıkarıp çocuklarımızın düşüncelerini ve davranışlarını şekillendirmeye çalışıyoruz, o halde bu işi usulüne uygun yapalım. Madem eninde sonunda, doğru veya yanlış insanları yönlendireceğiz, bari onlara acı vermeden, cezalar vermeden yapalım. Ceza yerine geribildirimler verelim, ödüller verelim, iltifatlar edelim. Yalnızca kendi isteklerimiz doğrultusunda onları şekillendirmek için değil, insan oldukları için iltifat edelim. Çağdaş, demokratik değerlere uygun davranabilmeleri için iltifat edelim. Bazen, yerine göre, Küçük Ağaç’ın dedesi gibi yeni yollar deneyelim. Romandan bir olay: Dede bir gün yaban hindisi avına gideceğini söyler. Küçük Ağaç da heveslenir, katılmak ister. Dede “Geleneklerimize göre, bir erkek hindi avına gideceği zaman, güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır. Onu kimse uyandırmaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsen gelirsin” der. Küçük Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendi kendine uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerek umutsuz bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahında dede, barakada gürültü yapmaya başlar. Sağa sola vurur, çarpar, gürültüyle öksürür. Küçük Ağaç gürültüden uyanır. Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluya çıkar. Dedesi şöyle bir bakıp “A kalktın mı?” der. Küçük Ağaç kendisiyle gurur duyarak “Evet” der. Birlikte ava giderler. Burada ne olmuştur? Şu galiba: Dede pas vermiştir, Küçük Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takım vardır. Kazanı temizleme konusunda Küçük Ağaç topu kendisi ele geçirip gol attı diye düşünebiliriz. Ama hindi avı konusunda topu kendisi ele geçirememiştir; dedesi ona pas vermiştir. Küçük Ağaç da bu pası değerlendirerek gol atmıştır.
Şimdi sevgili ana babalara sormak isterim: Gerektiğinde çocuklarınıza pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlık ederek topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmaya çalışıyorsunuz? Eğer ödevlerini/projelerini siz yapıyorsanız, onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuz demektir. Yok, eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcı oluyor, neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birlikte sesli düşünerek olayı sorgulamalarına rehberlik/katalizörlük ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuz demektir.
Çocuklarımız kendileri gol attıklarında, kendilerine güvenleri artar, benlik saygıları yükselir, beceri geliştirirler, bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destek olmak, rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına planladığımızda, onlar adına kararlar aldığımızda, kendilerine güvenmeyen, kendi ayakları üzerinde duramayan, hayat boyu sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir. Zaman zaman bazı okullarda (daha çok ilköğretimde) bazı velilerin öğretmenlerin yüzüne karşı şöyle söylediğini duymuşumdur: “Hocam hep söylüyorum, matematik, fen, ingilizce senin temel derslerin diyorum. Sen onlara çalış, öteki derslerin ödevlerini getir, ben yapayım diyorum. ” Bu tavır yanlıştır; birkaç açıdan yanlıştır, haksızlıktır; hem öteki derslere karşı haksızlıktır hem de çocuğa karşı haksızlıktır. Çocuğa haksızlıktır, çünkü çocuk, eğer iyi okutulursa tüm derslerde yaşamı boyunca kullanabileceği temel beceriler kazanabilir. İlerde bir gün yönetici olacak bir çocuk, beden eğitimi dersinde ekip olmayı, resim dersinde organize etmeyi, müzik dersinde uyum sağlamayı öğrenebilir. Velinin bu tavrı, çocuğa olduğu kadar resme, müziğe, beden eğitimine, kompozisyona da haksızlıktır. Çünkü eğer bu derslere de iltifat etmezsek, sanata, spora ve topluma da haksızlık etmiş oluruz. Marifet iltifata tâbidir.